Kekeme insanlar gerçekten dilsiz midir?
Çoğu insan için konuşma, düşüncelerle ağızdan çıkan kelimeler arasında neredeyse hiç mesafe hissettirmeyen doğal bir süreçtir. Ancak kekemelik yaşayan bireyler için düşünceleri konuşmaya dönüştürmek otomatik bir süreç olmaktan uzaktır. Tüm konuşmacılar bazen bir kelimeyi tekrarlamak ya da "şey" veya "ııı" gibi duraklamalar yapmak gibi konuşma akışında kesintiler yaşar. Ancak kekeme bir kişi, planlanan bir kelimeyi fiziksel olarak söyleyememe sonucunda ortaya çıkan kesintiler yaşar. Bu durum, bir hecenin tekrarı, bir hecenin uzatılması ya da konuşmaya hiç başlayamama şeklinde kendini gösterebilir ve genellikle rahatsız edici ya da gergin bir hisle birlikte gelir. Kekemelik yaşamayan bireyler için, günlük hayatımızdaki kahve sipariş etmekten bir iş toplantısına katılmaya veya doktora gitmeye kadar hemen hemen tüm görevlerin konuşma gerektirdiğini unutmak kolaydır. Ancak sabırsız ve anlayışsız bir dünyada, bu basit görevler kekeme bir kişi için eziyete dönüşebilir.
Kekemelik, genellikle çocukluk döneminde başlayan nispeten yaygın bir konuşma bozukluğudur. Vakaların çoğu, çocuk 2 ila 4 yaşlarındayken başlar ve bu durum yavaş yavaş ya da aniden gelişebilir. Ancak, çocukluk dönemi kekemeliklerinin %90'a varan bir oranı yetişkinlikten önce kaybolur. Bazı yetişkinlerde ise ciddi bir kafa travması veya nörolojik bir olay sonrasında aniden kekemelik başlayabilir, ancak bu durum kekemelik vakalarının küçük bir yüzdesini oluşturur. Her bireyin kekemeliği tam olarak aynı şekilde olmasa da, kekeme olan birçok kişi benzer deneyimler bildirir. Kekemelik yaşayan bireyler genellikle bir kelimenin kekelemeye neden olacağını hissettiklerini söyler. Bu, birçok kişinin akıcı olmayan bir kelimeyi daha güvenli bir kelimeyle değiştirebildiği anlamına gelir. Ayrıca, kekeme bir birey genellikle belirli "sorunlu hecelere" sahiptir. Örneğin, bir kişi özellikle "n" harfiyle başlayan kelimelerde takılabilir. Zamanla bu "sorunlu heceler" değişebilir – bir kişi birkaç yıl boyunca "n" ile başlayan kelimelerde takılabilir, ancak daha sonra ünlülerle ya da "y" harfiyle başlayan kelimelerde takılmaya başlayabilir. Aslında, bir bireyin kekemelik şiddeti zaman içinde, hatta günden güne ve yıldan yıla değişebilir.
Bu ilginç kalıplar kekemeliğin altında yatan mekanizma hakkında ipuçları verse de, bu nispeten yaygın durumun kesin nedeni belirsizliğini korumaktadır. Bununla birlikte, kekemelik üzerine yapılan bilimsel çalışmalar boyunca, birçok araştırmacı hem psikolojik hem de nörolojik teoriler ortaya atmıştır.
Başlangıçta, kekemeliğin nedenine ilişkin öne çıkan teorilerin çoğu psikolojikti. Örneğin, bazı psikologlar kekemeliğin, bir kişinin daha kaygılı ve utangaç olmasını sağlayan belirli bir "mizaç" sonucu olduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak, kekemeliğin farklı kültürlerde ve farklı dillerde benzer oranlarda görüldüğü bilinmektedir. Ayrıca, bir kekemelik bloğu yaşayan kişiler için bu durum, gönüllü bir hareket ya da psikolojik faktörlerin ürünü gibi hissettirmez. Beyin işlevini değerlendirmek için kullanılan teknoloji geliştikçe, bilim insanları kekemeliğin yalnızca sosyal ya da psikolojik bir fenomen değil, beynin yapısal ya da işlevsel farklılıklarından kaynaklanan bir nörolojik durum olduğuna dair kanıtlar toplamıştır.
Kekemeliğin üç ana nörolojik teorisi vardır. İlki, kekemeliğin serebral lateralizasyon (beynin sol ve sağ yarım küreleri arasındaki işlev paylaşımı) değişikliklerinden kaynaklandığını öne sürer. Normal konuşma sırasında, konuşma üretimi ve anlama gibi işlevler neredeyse tamamen beynin sol tarafı tarafından kontrol edilir. Ancak, bazı çalışmalar kekemeliği olan bireylerde bu sol baskınlık düzeninin azaldığını ve konuşma öncesi aktivitelerin sağ beyinde daha fazla değişiklik gösterdiğini ortaya koymuştur. İkinci teori, beyaz madde değişikliklerini içerir. Beyaz madde, sinir hücrelerini birbirine bağlayan kablolardan oluşur ve bu kabloların konuşmayı hazırlayan ve yürüten beyin bölgeleri arasında eksik ya da şekilsiz olabileceği düşünülmektedir. Üçüncü teori ise kekemeliğin bazal gangliyonların hasarından kaynaklandığını savunur. Bazal gangliyonlar, hareketin başlatılması ve durdurulmasını kontrol eden beyin yapılarıdır. Özellikle, kekemelik vakalarının nadiren yetişkinlikte meydana geldiği durumlarda bu yapıların zarar gördüğü saptanmıştır. Ayrıca, dopamin sistemini etkileyen ilaçlar, kekemeliğin şiddetini azaltma veya artırma etkisine sahiptir. Bu, bazal gangliyonların kekemelikteki rolüne dair güçlü bir ipucu sağlar.
Son olarak, kekemelik durumunu tıbbi olarak tedavi etmek gerekliliği sorgulanabilir. Birçok açıdan kekemelik, bir konuşma farkı olarak görülebilir, bir kusur olarak değil. Kekeme bireylerin yaşadığı sıkıntıların büyük bir kısmı, toplumsal hoşgörüsüzlük ve cehaletten kaynaklanmaktadır. Yine de, kekeme bireyler için düşüncelerini kolayca ifade edememenin içsel bir hayal kırıklığı yaratabileceği de bir gerçektir. Konuşmanın en yaygın ve verimli iletişim biçimi olduğu düşünüldüğünde, kekemeliğin altında yatan mekanizmaları anlamak, sadece bu durumu yaşayan milyonlarca insan için değil, aynı zamanda beynin düşünceleri konuşmaya dönüştürme sürecini anlamak için de büyük bir potansiyele sahiptir.
Sophie Liebergall
Kekemelik, genellikle çocukluk döneminde başlayan nispeten yaygın bir konuşma bozukluğudur. Vakaların çoğu, çocuk 2 ila 4 yaşlarındayken başlar ve bu durum yavaş yavaş ya da aniden gelişebilir. Ancak, çocukluk dönemi kekemeliklerinin %90'a varan bir oranı yetişkinlikten önce kaybolur. Bazı yetişkinlerde ise ciddi bir kafa travması veya nörolojik bir olay sonrasında aniden kekemelik başlayabilir, ancak bu durum kekemelik vakalarının küçük bir yüzdesini oluşturur. Her bireyin kekemeliği tam olarak aynı şekilde olmasa da, kekeme olan birçok kişi benzer deneyimler bildirir. Kekemelik yaşayan bireyler genellikle bir kelimenin kekelemeye neden olacağını hissettiklerini söyler. Bu, birçok kişinin akıcı olmayan bir kelimeyi daha güvenli bir kelimeyle değiştirebildiği anlamına gelir. Ayrıca, kekeme bir birey genellikle belirli "sorunlu hecelere" sahiptir. Örneğin, bir kişi özellikle "n" harfiyle başlayan kelimelerde takılabilir. Zamanla bu "sorunlu heceler" değişebilir – bir kişi birkaç yıl boyunca "n" ile başlayan kelimelerde takılabilir, ancak daha sonra ünlülerle ya da "y" harfiyle başlayan kelimelerde takılmaya başlayabilir. Aslında, bir bireyin kekemelik şiddeti zaman içinde, hatta günden güne ve yıldan yıla değişebilir.
Bu ilginç kalıplar kekemeliğin altında yatan mekanizma hakkında ipuçları verse de, bu nispeten yaygın durumun kesin nedeni belirsizliğini korumaktadır. Bununla birlikte, kekemelik üzerine yapılan bilimsel çalışmalar boyunca, birçok araştırmacı hem psikolojik hem de nörolojik teoriler ortaya atmıştır.
Başlangıçta, kekemeliğin nedenine ilişkin öne çıkan teorilerin çoğu psikolojikti. Örneğin, bazı psikologlar kekemeliğin, bir kişinin daha kaygılı ve utangaç olmasını sağlayan belirli bir "mizaç" sonucu olduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak, kekemeliğin farklı kültürlerde ve farklı dillerde benzer oranlarda görüldüğü bilinmektedir. Ayrıca, bir kekemelik bloğu yaşayan kişiler için bu durum, gönüllü bir hareket ya da psikolojik faktörlerin ürünü gibi hissettirmez. Beyin işlevini değerlendirmek için kullanılan teknoloji geliştikçe, bilim insanları kekemeliğin yalnızca sosyal ya da psikolojik bir fenomen değil, beynin yapısal ya da işlevsel farklılıklarından kaynaklanan bir nörolojik durum olduğuna dair kanıtlar toplamıştır.
Kekemeliğin üç ana nörolojik teorisi vardır. İlki, kekemeliğin serebral lateralizasyon (beynin sol ve sağ yarım küreleri arasındaki işlev paylaşımı) değişikliklerinden kaynaklandığını öne sürer. Normal konuşma sırasında, konuşma üretimi ve anlama gibi işlevler neredeyse tamamen beynin sol tarafı tarafından kontrol edilir. Ancak, bazı çalışmalar kekemeliği olan bireylerde bu sol baskınlık düzeninin azaldığını ve konuşma öncesi aktivitelerin sağ beyinde daha fazla değişiklik gösterdiğini ortaya koymuştur. İkinci teori, beyaz madde değişikliklerini içerir. Beyaz madde, sinir hücrelerini birbirine bağlayan kablolardan oluşur ve bu kabloların konuşmayı hazırlayan ve yürüten beyin bölgeleri arasında eksik ya da şekilsiz olabileceği düşünülmektedir. Üçüncü teori ise kekemeliğin bazal gangliyonların hasarından kaynaklandığını savunur. Bazal gangliyonlar, hareketin başlatılması ve durdurulmasını kontrol eden beyin yapılarıdır. Özellikle, kekemelik vakalarının nadiren yetişkinlikte meydana geldiği durumlarda bu yapıların zarar gördüğü saptanmıştır. Ayrıca, dopamin sistemini etkileyen ilaçlar, kekemeliğin şiddetini azaltma veya artırma etkisine sahiptir. Bu, bazal gangliyonların kekemelikteki rolüne dair güçlü bir ipucu sağlar.
Son olarak, kekemelik durumunu tıbbi olarak tedavi etmek gerekliliği sorgulanabilir. Birçok açıdan kekemelik, bir konuşma farkı olarak görülebilir, bir kusur olarak değil. Kekeme bireylerin yaşadığı sıkıntıların büyük bir kısmı, toplumsal hoşgörüsüzlük ve cehaletten kaynaklanmaktadır. Yine de, kekeme bireyler için düşüncelerini kolayca ifade edememenin içsel bir hayal kırıklığı yaratabileceği de bir gerçektir. Konuşmanın en yaygın ve verimli iletişim biçimi olduğu düşünüldüğünde, kekemeliğin altında yatan mekanizmaları anlamak, sadece bu durumu yaşayan milyonlarca insan için değil, aynı zamanda beynin düşünceleri konuşmaya dönüştürme sürecini anlamak için de büyük bir potansiyele sahiptir.
Sophie Liebergall