Merhaba arkadaşlar,
bana özelden sorular geliyor. Sorularınıza cevap vermek zaten bu forumun bir amacıdır ama niye ÖZELden olsun? Büyük ihtimalle aynı konu birçok kişiyi daha ilgilendiriyor onun için isim vermeden (ilgili kişi anlayacaktır) burada hem soruyu hem cevabı paylaşarak başka insanların da yorum yazmasına olanak sağlamış oluyorum.
Gençlikte otoritelerle de rahat iletişime geçmek için bazı kaçınma davranışları geliştirmiştim. Her zaman ÖZEL olmaya özen gösterirdim. Avrupa'da herkes İngilizce öğrenmeye özen gösterirken ben Türkçe öğreniyordum.
Esas otoritelerle karşılaştığımda (örneğin üniversitedeki profesörler vs.) bu farklılığımı hep kendi lehime çevirirdim. Türkçenin İstanbul şivesini değil, Anadolu ağızlarını konuşur milleti güldürürdüm. Tek bunu espri olarak anlamayan, bu konuda ciddi olmak isteyenlere için için kızardım. Çünkü bu davranışımın esas kekemelikten kaçmak olduğunu yüreğimin içinde bilirdim.
Yani bu konuda bana farklılık payı tanımayan insanlar beni kısıtlardı ve içimdeki negatif duyguların tekrar türemesine imkan sağlardı. Ben de bunu istemiyordum.
Almanca bölümündeki bir semineri hatırlıyorum. Eski Almanca yani bizim için anlaşılmayan, çağdışı bir dille yazılmış yazılar okuyorduk. Herkes sırayla okudu ben de bir an takılırım endişesiyle çok çılgın bir yönteme başvurdum: Sanki metni anlıyormuşum gibi vurgulu ve melodik bir hitabet tarzıyla sesli sesli okudum. Millet güle güle patladı, hoca da şaşkın kaldı. Bana kızabilir mi? Kızamaz. Ne okuduğumu anladım mı? Anlamadım. Ama kendimi kurtardım. Ben bunun farkındaydım ama başka kimse fark etmedi.
Türkçe konuşarak, Doğu ülkeleriyle ilgilenerek hep diğer insanlara karşı bir üstünlük duygusu, en azından karşılaştığım otoritelerle bir eşitlik, aynı seviyede olmak duygusu beslerdim. O duyguyu besleyebildiğim müddetçe otoritelerle de sorun yaşamazdım. Çünkü onlarda da bana karşı ilgi hatta kimi durumlarda hayranlık duygusu olduğunu hissederdim.
Üniversite zamanımdan bir de şu durumu hatırlıyorum. İran Dilleri Bölümü'nde Paştu dersi almıştık. Hocamız Avustralyalı anadili İngilizce olan bir profesördü. Paştu (Afgan) dilinin telaffuzunu ondan öğrenmiştik. Onun yanında Paştu okumam gerektiğinde tek sefer takıldığımı hatırlamıyorum. Neden? Çünkü o da ben de Paştu dilinin yabancısıydık. Ne o benden iyi ne ben ondan iyiydim. Sonra Mr. Rasuli diye Afgan bir hocamız oldu. Nihayet gerçek bir Afganistanlı bize Paştu dilinin gerçek telaffuzunu öğretti ve hemen takılmalar başladı. Benim bundan çıkardığım sonuç: Sayın Rasuli'nin yanında içimde beslediğim üstünlük duygusunu devam ettiremedim ayrıca başka bir öğrenciyle en iyi olmak için yarışıyordum ve yine kekemeliğime yenildim.
Bahsettiğim durumlarda genellikle sessiz (örtülü) semptom gösteriyordum. O zamanki anlayışımla 'kekemelik' değildi çünkü ses yok. Çoğu zaman bilmediğimi veya okuyamadığımı (Arap harfleri olduğu için anormal bir şey değil) sanıyorlardı ben de onları kırmıyordum. Genellikle sözümü tamamlıyorlardı ben sadece için için kızıyordum.
Benim için otoritelerden ziyade benden herhangi bir anlamda daha fazla güç veya söz sahibi insanlar kekemeliğim açısından bir tehlike oluşturuyordu. Yani bir et reyonunda belki satış elemanından daha tahsilliyim ama o tüm etlerin sahibidir ve ben hangi eti almak istediğimi söylemek zorundayım. O durumlarda kekemelik tavan yapıyordu.
Ya da özel hayatımda diğer insanlardan farklı olmamam gerekirken uyum sağlamak bana zor geliyordu. Tüm bunlar ilk önce konuşmama yansıyordu. Her an ve her yerde kekemeliğimden bahsetmeye hazır olduğum halde gençliğimde edindiğim tecrübelerden dolayı bunun bazı yerlerde uygun olmadığını veya bir mazeret gibi göründüğünü anlamıştım. O yüzden gizli semptomlara başvuruyordum. Ve için için kızıyordum. (Evet o dönemleri de gördük)
Sonuçta bu tür ortamlardan ve kişilerden uzak durmaya çalışıyordum. Ya da herhangi bir şekilde tekrar farklılığımla (yani kekemeliğimle değil) göze çarpmaya çalışıyordum. Bu da her yerde hoş karşılanmıyordu. Birçok insan bana o yüzden tuhaf bakıyordu. O zaman bayağı üzülüyordum ama başka türlü de yapamıyordum. Bütün bunların kekemeliğimle ilgili olduğunu çok sonra anladım.
50 yaşımdan sonra kendime karşı dürüst olmaya başladım. Bazen kendi kendime keşke babam daha sağ olsa da herşeyi onunla paylaşabilsem diye düşünüyorum. Onunla tek bir sefer uzun uzadıya kekemeliğimi konuştum. Ama o zaman daha pek duyarsız değildim ve ter içinde kalmıştım.
Şimdi birçok şeyin kekemeliğe bağlı olduğunu anladım. Gizli semptomlarımı açık semptomlara çevirdim. Benim bugünlerde zorlandığım, bende kötü duygular yaratan tek durum tercümanlık yapacağım toplantılardan önce yetkililerle tanışma faslı. Orada kekemeliğimi hissederim. Ya da biri beni 'Bu bizim Petra, benden senden iyi Türkçe konuşuyor' diye tanıtınca bayağı fena oluyorum.
Bu durum ve ortamları tespit edip duygularımı kontrol etmeye çalışıyorum. Ve son yıllarda epey yol kat ettiğimi söyleyebiliyorum.
Selamlar
Petra
bana özelden sorular geliyor. Sorularınıza cevap vermek zaten bu forumun bir amacıdır ama niye ÖZELden olsun? Büyük ihtimalle aynı konu birçok kişiyi daha ilgilendiriyor onun için isim vermeden (ilgili kişi anlayacaktır) burada hem soruyu hem cevabı paylaşarak başka insanların da yorum yazmasına olanak sağlamış oluyorum.
Alıntı:Selamlar PEtra Hanım,Aslında bu çok uzun bir hikaye. Bilançosunu daha bir-iki yıl önce çıkardım.
Sizlerle konuşutuğum üzere takriben 2 haftadır duyarsızlaştırma çalışmaları yapıyorum.
*Her önüme gelenle (güvenlik, durakta bekleyen yolcu, satıcı vs) kekeleyerek konuşuyorum
*Her gün telefonda en az 3-4 yeri arayarak telefonda kekeliyorum ve öncesi sonrası duygularımı not ediyorum
*Eşimle evde sesli harfleri konuşurken hep isteyerek ve bilerek kekeliyorum (ben bu güne dek sadece sesli harflerde kekeledim)
Bunun gibi çalışmalar yapıyorum...Bunlara ek olarak geçen uluslar arası bir bir sempozyuma katıldım orada bir an için kalkıp kekeleyerek soru sorma cesaretini buldum ancak kalbim yerinden çıkacak gibi oldu nabzım aşırı derecede yükseldi yapmadım.
Siz 16 yaşından sonra (yani sorununuzu hallettiniğinizden buyana ) otorite sahibi kişilere karşı konuşurken heyecen gerginlik hissediyor musunuz hala kalbiniz hızla çarpıyor mu?
Teşekkürler
Gençlikte otoritelerle de rahat iletişime geçmek için bazı kaçınma davranışları geliştirmiştim. Her zaman ÖZEL olmaya özen gösterirdim. Avrupa'da herkes İngilizce öğrenmeye özen gösterirken ben Türkçe öğreniyordum.
Esas otoritelerle karşılaştığımda (örneğin üniversitedeki profesörler vs.) bu farklılığımı hep kendi lehime çevirirdim. Türkçenin İstanbul şivesini değil, Anadolu ağızlarını konuşur milleti güldürürdüm. Tek bunu espri olarak anlamayan, bu konuda ciddi olmak isteyenlere için için kızardım. Çünkü bu davranışımın esas kekemelikten kaçmak olduğunu yüreğimin içinde bilirdim.
Yani bu konuda bana farklılık payı tanımayan insanlar beni kısıtlardı ve içimdeki negatif duyguların tekrar türemesine imkan sağlardı. Ben de bunu istemiyordum.
Almanca bölümündeki bir semineri hatırlıyorum. Eski Almanca yani bizim için anlaşılmayan, çağdışı bir dille yazılmış yazılar okuyorduk. Herkes sırayla okudu ben de bir an takılırım endişesiyle çok çılgın bir yönteme başvurdum: Sanki metni anlıyormuşum gibi vurgulu ve melodik bir hitabet tarzıyla sesli sesli okudum. Millet güle güle patladı, hoca da şaşkın kaldı. Bana kızabilir mi? Kızamaz. Ne okuduğumu anladım mı? Anlamadım. Ama kendimi kurtardım. Ben bunun farkındaydım ama başka kimse fark etmedi.
Türkçe konuşarak, Doğu ülkeleriyle ilgilenerek hep diğer insanlara karşı bir üstünlük duygusu, en azından karşılaştığım otoritelerle bir eşitlik, aynı seviyede olmak duygusu beslerdim. O duyguyu besleyebildiğim müddetçe otoritelerle de sorun yaşamazdım. Çünkü onlarda da bana karşı ilgi hatta kimi durumlarda hayranlık duygusu olduğunu hissederdim.
Üniversite zamanımdan bir de şu durumu hatırlıyorum. İran Dilleri Bölümü'nde Paştu dersi almıştık. Hocamız Avustralyalı anadili İngilizce olan bir profesördü. Paştu (Afgan) dilinin telaffuzunu ondan öğrenmiştik. Onun yanında Paştu okumam gerektiğinde tek sefer takıldığımı hatırlamıyorum. Neden? Çünkü o da ben de Paştu dilinin yabancısıydık. Ne o benden iyi ne ben ondan iyiydim. Sonra Mr. Rasuli diye Afgan bir hocamız oldu. Nihayet gerçek bir Afganistanlı bize Paştu dilinin gerçek telaffuzunu öğretti ve hemen takılmalar başladı. Benim bundan çıkardığım sonuç: Sayın Rasuli'nin yanında içimde beslediğim üstünlük duygusunu devam ettiremedim ayrıca başka bir öğrenciyle en iyi olmak için yarışıyordum ve yine kekemeliğime yenildim.
Bahsettiğim durumlarda genellikle sessiz (örtülü) semptom gösteriyordum. O zamanki anlayışımla 'kekemelik' değildi çünkü ses yok. Çoğu zaman bilmediğimi veya okuyamadığımı (Arap harfleri olduğu için anormal bir şey değil) sanıyorlardı ben de onları kırmıyordum. Genellikle sözümü tamamlıyorlardı ben sadece için için kızıyordum.
Benim için otoritelerden ziyade benden herhangi bir anlamda daha fazla güç veya söz sahibi insanlar kekemeliğim açısından bir tehlike oluşturuyordu. Yani bir et reyonunda belki satış elemanından daha tahsilliyim ama o tüm etlerin sahibidir ve ben hangi eti almak istediğimi söylemek zorundayım. O durumlarda kekemelik tavan yapıyordu.
Ya da özel hayatımda diğer insanlardan farklı olmamam gerekirken uyum sağlamak bana zor geliyordu. Tüm bunlar ilk önce konuşmama yansıyordu. Her an ve her yerde kekemeliğimden bahsetmeye hazır olduğum halde gençliğimde edindiğim tecrübelerden dolayı bunun bazı yerlerde uygun olmadığını veya bir mazeret gibi göründüğünü anlamıştım. O yüzden gizli semptomlara başvuruyordum. Ve için için kızıyordum. (Evet o dönemleri de gördük)
Sonuçta bu tür ortamlardan ve kişilerden uzak durmaya çalışıyordum. Ya da herhangi bir şekilde tekrar farklılığımla (yani kekemeliğimle değil) göze çarpmaya çalışıyordum. Bu da her yerde hoş karşılanmıyordu. Birçok insan bana o yüzden tuhaf bakıyordu. O zaman bayağı üzülüyordum ama başka türlü de yapamıyordum. Bütün bunların kekemeliğimle ilgili olduğunu çok sonra anladım.
50 yaşımdan sonra kendime karşı dürüst olmaya başladım. Bazen kendi kendime keşke babam daha sağ olsa da herşeyi onunla paylaşabilsem diye düşünüyorum. Onunla tek bir sefer uzun uzadıya kekemeliğimi konuştum. Ama o zaman daha pek duyarsız değildim ve ter içinde kalmıştım.
Şimdi birçok şeyin kekemeliğe bağlı olduğunu anladım. Gizli semptomlarımı açık semptomlara çevirdim. Benim bugünlerde zorlandığım, bende kötü duygular yaratan tek durum tercümanlık yapacağım toplantılardan önce yetkililerle tanışma faslı. Orada kekemeliğimi hissederim. Ya da biri beni 'Bu bizim Petra, benden senden iyi Türkçe konuşuyor' diye tanıtınca bayağı fena oluyorum.
Bu durum ve ortamları tespit edip duygularımı kontrol etmeye çalışıyorum. Ve son yıllarda epey yol kat ettiğimi söyleyebiliyorum.
Selamlar
Petra
#kekelemek #kekemelik #vanriper