İlk dönemlerde yapılan psikonalitik açıklamaya göre akıcılığı bozulmuş konuşma, erken dönemde bozulmuş anne-çocuk etkileşimini yansıtır.
Kekemelik bir belirti değil, konuşma sırasında ortaya çıkan bir inhibisyondur. Sözel iletişim bozukluğu yaratması nedeniyle kişinin narsistik ve nesne ilişkilerine ilişkin dengelerini bozar. Ortaya çıkabilecek narsistik zedelenmeye bağlı olarak ego sınırlarını ve işleyişini zorlar.
Kekeleyenlerin genellikle endişeli kişiler olmaları ve sosyal ortamlarda kendilerini rahatsız, aşağı hissetmeleri veya reddedilme beklentisi içinde olmaları, kekemeliğin nevrotik bir belirti olduğu görüşünü destekler görüşlerdendir.
Freud, psikodinamik faktörlerin konuşma patolojileri üzerindeki etkilerine dikkat çeken ilk araştırmacıdır. “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”nde (1910) dil sürçmesi veya utanma ile ortaya çıkan ve zaman zaman görülen kekemelik arasında ayırım yapmıştır. Kekemeliği içsel bir çatışmayı aksettiren ve sadece konuşmanın akıcılığını etkileyen, çok da önemli olmayan bir bozukluk olduğunu belirtmiştir. 1913’de Freud, organ saplantısının önemli olduğunu, libidinal enerjinin bir organda toplanması sonucu ortaya çıktığını, bu organın kekemelikte konuşma aracı olduğunu söylemiştir.
Freud tan sonra gelen analitik yaklaşımcılardan Fenichel, Sicurta ve Barbieri’e göre kekemelik, pregenital dönemdeki psikoseksüel gelişimin sekteye uğramasıyla açıklanabilir bir nevrozdur ve kekeleme semptomu histerik tipte bir konversiyonun ifadesidir.
Psikojenik kekemelikteki esas sorunun kendini verme kabiliyetindeki eksiklik ve bunun sonucunda da kelimeleri telaffuz edememek olması muhtemeldir. Konuşma gereksinimi ile kelimeleri dışarı çıkarma güçlüğü çatışma oluşturmakta bunun sonucunda ise bloklar ve konuşmada tekrarlar ortaya çıkmaktadır.
Sonraki dönemlerde davranışçı yönelimli psikolojik modeller, kekemeliği klasik ve edimsel koşullanmayla açıklamışlardır. Birçok davranışçı yönelimli araştırmacı, geçici kekemelikle sonuçlanan çocuğun konuşma akıcılığındaki bozulmaları devamlı olmayan pekiştirmelere uğratan edimsel koşullanma modeli ile açıklamaktadır.
Ayrıca bireyin konuşmadaki akış güçlüğüne yanıtı, tekrarlamalar, ses uzatmalar ve çarpıtma durumlarını sonlandırma girişimleri, klasik koşullanma ile açıklanmaktadır.
Nörobiyolojik yaklaşımlarda; bazal gangliyonlar ve beynin konuşma akışında kullanılan özellikle dopaminerjik iletimle ilişkili nöronal alanlarda kordinasyon bozukluğu olduğu yönünde görüşler vardır. Dopamin transmisyonu üzerine etki eden ilaçlarla kekemeliğin düzelmesi bunun kanıtı olarak sunulmaktadır. Serotonerjik iletimin düzenlenmesi hem kaygıyı azalttığı için hemde dopaminerjik kontrolü sağladığı için kekemeliğe iyi gelmektedir.
Kekemelik bir belirti değil, konuşma sırasında ortaya çıkan bir inhibisyondur. Sözel iletişim bozukluğu yaratması nedeniyle kişinin narsistik ve nesne ilişkilerine ilişkin dengelerini bozar. Ortaya çıkabilecek narsistik zedelenmeye bağlı olarak ego sınırlarını ve işleyişini zorlar.
Kekeleyenlerin genellikle endişeli kişiler olmaları ve sosyal ortamlarda kendilerini rahatsız, aşağı hissetmeleri veya reddedilme beklentisi içinde olmaları, kekemeliğin nevrotik bir belirti olduğu görüşünü destekler görüşlerdendir.
Freud, psikodinamik faktörlerin konuşma patolojileri üzerindeki etkilerine dikkat çeken ilk araştırmacıdır. “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”nde (1910) dil sürçmesi veya utanma ile ortaya çıkan ve zaman zaman görülen kekemelik arasında ayırım yapmıştır. Kekemeliği içsel bir çatışmayı aksettiren ve sadece konuşmanın akıcılığını etkileyen, çok da önemli olmayan bir bozukluk olduğunu belirtmiştir. 1913’de Freud, organ saplantısının önemli olduğunu, libidinal enerjinin bir organda toplanması sonucu ortaya çıktığını, bu organın kekemelikte konuşma aracı olduğunu söylemiştir.
Freud tan sonra gelen analitik yaklaşımcılardan Fenichel, Sicurta ve Barbieri’e göre kekemelik, pregenital dönemdeki psikoseksüel gelişimin sekteye uğramasıyla açıklanabilir bir nevrozdur ve kekeleme semptomu histerik tipte bir konversiyonun ifadesidir.
Psikojenik kekemelikteki esas sorunun kendini verme kabiliyetindeki eksiklik ve bunun sonucunda da kelimeleri telaffuz edememek olması muhtemeldir. Konuşma gereksinimi ile kelimeleri dışarı çıkarma güçlüğü çatışma oluşturmakta bunun sonucunda ise bloklar ve konuşmada tekrarlar ortaya çıkmaktadır.
Sonraki dönemlerde davranışçı yönelimli psikolojik modeller, kekemeliği klasik ve edimsel koşullanmayla açıklamışlardır. Birçok davranışçı yönelimli araştırmacı, geçici kekemelikle sonuçlanan çocuğun konuşma akıcılığındaki bozulmaları devamlı olmayan pekiştirmelere uğratan edimsel koşullanma modeli ile açıklamaktadır.
Ayrıca bireyin konuşmadaki akış güçlüğüne yanıtı, tekrarlamalar, ses uzatmalar ve çarpıtma durumlarını sonlandırma girişimleri, klasik koşullanma ile açıklanmaktadır.
Nörobiyolojik yaklaşımlarda; bazal gangliyonlar ve beynin konuşma akışında kullanılan özellikle dopaminerjik iletimle ilişkili nöronal alanlarda kordinasyon bozukluğu olduğu yönünde görüşler vardır. Dopamin transmisyonu üzerine etki eden ilaçlarla kekemeliğin düzelmesi bunun kanıtı olarak sunulmaktadır. Serotonerjik iletimin düzenlenmesi hem kaygıyı azalttığı için hemde dopaminerjik kontrolü sağladığı için kekemeliğe iyi gelmektedir.