Başkaları ile iletişim kuramadığınızı hayal edin.
Dil hayatımızın en önemli parçalarından ve üzerinde akademik çalışma yapılan en eski konulardan biri. Dilbilim tarihinde bilinen en eski yazı 2.000 yıl önce Hindistanlı bilim insanı Pāṇini tarafından yazılmış. Son zamanlarda bulunan yeni elektrofizyoloji ve nörogörüntüleme teknolojileri dilin insan beyninde nasıl üretildiği ve anlaşıldığı üzerine açıklık getiriyor.
Eski zamanlarda beynin nasıl kompleks fonksiyonlar gösterdiğini anlamak için yaptığımız çalışmalar lezyon çalışmaları idi. Lezyon çalışmaları kişilerin beyinlerinin çeşitli bölgelerine hasar verildiğinde beyin fonksiyonlarına ne olduğunu incelemek üzerineydi.
19. yüzyılda Fransız doktor ve bilim insanı Pierre Paul Broca konuşamayan, ama kendilerine söyleneni anlayan iki hasta üzerinde çalışmalar yaptı. Bu hastalık hastanın konuşma ile ilgili sıkıntı çektiği bir afazi türüydü. Her iki hasta da çok az kelime söyleyebiliyorlardı.
Bu hastaların otopsileri, ikisinin de beyinlerinin sol frontal loblarında (ön loblarında) hasar olduğunu gösterdi. Bu bölgenin beynin konuşma ile ilgili bölgesi olduğu barizdi, bu bölgeye Broca bölgesi ismi verildi. Hastalar hızlı ve akıcı bir şekilde konuşamaz, ama hala konuşulanı anlayabilirlerse Broca afazisi oldukları anlaşılıyordu.
Buna benzer olarak Karl Wernicke isimli Alman bilim insanı bazı hastalarının düzgün konuşabildiklerini, ancak kendilerine söylenenleri anlama yeteneklerini kaybettiklerini fark etti. Hastaların kurdukları kelimeler ve cümleler anlamsızdı. Wernicke sol temporal lobda oluşan bir hasarın bu semptomlara sebebiyet verdiğini keşfetti ve bu hastalığa ”Wernicke Afazisi” ismi koyuldu.
Teknoloji ilerldikçe bilim insanları beynin dil yeteneğinin inceliklerini daha iyi bir şekilde araştırmaya başladılar. Bunun bir örneği ilaçla kontrol edilemeyen zorlu epilepsi hastaları üzerinde yapılan çalışmalardır. Bu hastalar gün içinde birden fazla atak geçirdiklerinde, uç ama bazen gerekli bir çözüm olarak ataklara sebebiyet veren beyin bölgelerinin ameliyatla alınması gerekebilir. Bu bölgenin yerini hassas bir şekilde belirleyebilmek için hastalar beyin yüzeylerine elektrodlar yerleştirilen bir operasyona girerler ve bu elektrodlar beyin hakkında veri toplarken 1-2 hafta hastanede kalırlar. Bu sırada eğer hastalar gönüllü olurlarsa bilim insanları ses ve kısa görüntüler oynatarak elektrodların bunları da kayıt altına almasını sağlayabilirler. Bu tür deneylere “elektrokortikografi (ECoG)” denir. ECoG bilim insanlarına beynin konuşmayı anlama ve üretmesi konusunda ne kadar spesifik beyin bölgelerinin çalıştığını anlamak açısından çok büyük bir miktarda veri toplanmasını sağlar.
Tartışmalı bir konu olsa da dilin en mükemmel tarafı nasıl geliştiğidir. Yıllar boyunca bilim insanları dilin ve konuşmanın “insanda doğrudan var olduğunu” ya da genetik programımızda bulunduğunu düşünüyorlardı, çünkü bebeklerin dili bu kadar hızlı ve etkili öğrenmesini açıklamanın en iyi yolu buydu.
2 yaş civarında bebekler kelime dağarcıklarına günde 10 kelimeye kadar ekleme yaparlar! Çocukların dili nasıl bu kadar hızlı öğrendiklerini hala tam olarak anlayamasak da, bilim insanları dili öğrenebilmek için öğrenilmesi gereken dilden bağımsız süreçlerin olduğunu düşünmektedirler. Klasik düşüncenin aksine, tahminler “Hebbian öğrenme” yönteminin dil gelişiminde kullanıldığı yönünde. Hebian öğrenme iki nöronun birlikte aktif olması ile aralarındaki bağlantının kuvvetlenmesi durumudur.
Örneğin, bir annenin çocuğuna “top” kelimesinin öğretmeye çalıştığını düşünelim. Anne topu eliyle gösteriyor olabilir, fakat bebek annesinin ne demek istediğini tam olarak nasıl biliyor? Anne topun rengini söylüyor olabilir, topun bir tarafını gösteriyor olabilir, yeri gösteriyor olabilir, hatta zemini bile gösteriyor olabilir. Bu imkansız bir problem gibi görünebilir. Ama bu durumu uzun ve çok örnekli öğrenme süreci olarak düşünürsek, bu problemde bir bilgi daha keşfetmiş oluruz.
Bebek ilk kez “top” kelimesini duyduğunda annesinin veya babasının neyi kastettiğini bilemez. Ancak zaman ilerledikçe ve topu pek çok kez görünce topun boyutu, rengi, üzerinde bulunduğu zemin ve etrafında bulunan oyuncaklar değişse bile artık değişmeyen tek şeyin top olduğunu anlar ve o cismin “top” olduğu bağlantısını kurar. “Top” kelimesi ile cisim olan topun arasındaki bağlantı güçlenirken diğer bağlantılar yavaş bir şekilde zayıflar ve kaybolur. Bu örnek sadece çok basit bir sürecin kompleks dil öğrenimi üzerine nasıl bir etkisi olduğunu gösterir.
Çeviri: Cerrahpaşa Nörobilim Kulübü’nden Mustafa Mert Atilla
Yazı ilk olarak 28 Mart 2018 tarihinde Knowing Neurons sitesinde İngilizce olarak yayınlanmış olup NöroBlog’un Knowing Neurons ile gerçekleştirdiği işbirliği ile Türkçe diline çevrilmiş ve yayınlanmıştır.
noroblog.net (Rf)
Dil hayatımızın en önemli parçalarından ve üzerinde akademik çalışma yapılan en eski konulardan biri. Dilbilim tarihinde bilinen en eski yazı 2.000 yıl önce Hindistanlı bilim insanı Pāṇini tarafından yazılmış. Son zamanlarda bulunan yeni elektrofizyoloji ve nörogörüntüleme teknolojileri dilin insan beyninde nasıl üretildiği ve anlaşıldığı üzerine açıklık getiriyor.
Eski zamanlarda beynin nasıl kompleks fonksiyonlar gösterdiğini anlamak için yaptığımız çalışmalar lezyon çalışmaları idi. Lezyon çalışmaları kişilerin beyinlerinin çeşitli bölgelerine hasar verildiğinde beyin fonksiyonlarına ne olduğunu incelemek üzerineydi.
19. yüzyılda Fransız doktor ve bilim insanı Pierre Paul Broca konuşamayan, ama kendilerine söyleneni anlayan iki hasta üzerinde çalışmalar yaptı. Bu hastalık hastanın konuşma ile ilgili sıkıntı çektiği bir afazi türüydü. Her iki hasta da çok az kelime söyleyebiliyorlardı.
Bu hastaların otopsileri, ikisinin de beyinlerinin sol frontal loblarında (ön loblarında) hasar olduğunu gösterdi. Bu bölgenin beynin konuşma ile ilgili bölgesi olduğu barizdi, bu bölgeye Broca bölgesi ismi verildi. Hastalar hızlı ve akıcı bir şekilde konuşamaz, ama hala konuşulanı anlayabilirlerse Broca afazisi oldukları anlaşılıyordu.
Buna benzer olarak Karl Wernicke isimli Alman bilim insanı bazı hastalarının düzgün konuşabildiklerini, ancak kendilerine söylenenleri anlama yeteneklerini kaybettiklerini fark etti. Hastaların kurdukları kelimeler ve cümleler anlamsızdı. Wernicke sol temporal lobda oluşan bir hasarın bu semptomlara sebebiyet verdiğini keşfetti ve bu hastalığa ”Wernicke Afazisi” ismi koyuldu.
Bu iki keşif beynin belli bölgelerinin çeşitli işlevlere özgü olduğunu, frontal ve temporal lobların (ön ve yan lobların) da dil kabiliyeti için özellikle önemli olduğunu kanıtladı.
Teknoloji ilerldikçe bilim insanları beynin dil yeteneğinin inceliklerini daha iyi bir şekilde araştırmaya başladılar. Bunun bir örneği ilaçla kontrol edilemeyen zorlu epilepsi hastaları üzerinde yapılan çalışmalardır. Bu hastalar gün içinde birden fazla atak geçirdiklerinde, uç ama bazen gerekli bir çözüm olarak ataklara sebebiyet veren beyin bölgelerinin ameliyatla alınması gerekebilir. Bu bölgenin yerini hassas bir şekilde belirleyebilmek için hastalar beyin yüzeylerine elektrodlar yerleştirilen bir operasyona girerler ve bu elektrodlar beyin hakkında veri toplarken 1-2 hafta hastanede kalırlar. Bu sırada eğer hastalar gönüllü olurlarsa bilim insanları ses ve kısa görüntüler oynatarak elektrodların bunları da kayıt altına almasını sağlayabilirler. Bu tür deneylere “elektrokortikografi (ECoG)” denir. ECoG bilim insanlarına beynin konuşmayı anlama ve üretmesi konusunda ne kadar spesifik beyin bölgelerinin çalıştığını anlamak açısından çok büyük bir miktarda veri toplanmasını sağlar.
Tartışmalı bir konu olsa da dilin en mükemmel tarafı nasıl geliştiğidir. Yıllar boyunca bilim insanları dilin ve konuşmanın “insanda doğrudan var olduğunu” ya da genetik programımızda bulunduğunu düşünüyorlardı, çünkü bebeklerin dili bu kadar hızlı ve etkili öğrenmesini açıklamanın en iyi yolu buydu.
2 yaş civarında bebekler kelime dağarcıklarına günde 10 kelimeye kadar ekleme yaparlar! Çocukların dili nasıl bu kadar hızlı öğrendiklerini hala tam olarak anlayamasak da, bilim insanları dili öğrenebilmek için öğrenilmesi gereken dilden bağımsız süreçlerin olduğunu düşünmektedirler. Klasik düşüncenin aksine, tahminler “Hebbian öğrenme” yönteminin dil gelişiminde kullanıldığı yönünde. Hebian öğrenme iki nöronun birlikte aktif olması ile aralarındaki bağlantının kuvvetlenmesi durumudur.
Alıntı:2 YAŞ CİVARINDA BEBEKLER KELİME DAĞARCIKLARINA GÜNDE 10 KELİMEYE KADAR EKLEME YAPARLAR!Bu konsept kelime öğrenmesine de uygulanabilir.
Örneğin, bir annenin çocuğuna “top” kelimesinin öğretmeye çalıştığını düşünelim. Anne topu eliyle gösteriyor olabilir, fakat bebek annesinin ne demek istediğini tam olarak nasıl biliyor? Anne topun rengini söylüyor olabilir, topun bir tarafını gösteriyor olabilir, yeri gösteriyor olabilir, hatta zemini bile gösteriyor olabilir. Bu imkansız bir problem gibi görünebilir. Ama bu durumu uzun ve çok örnekli öğrenme süreci olarak düşünürsek, bu problemde bir bilgi daha keşfetmiş oluruz.
Bebek ilk kez “top” kelimesini duyduğunda annesinin veya babasının neyi kastettiğini bilemez. Ancak zaman ilerledikçe ve topu pek çok kez görünce topun boyutu, rengi, üzerinde bulunduğu zemin ve etrafında bulunan oyuncaklar değişse bile artık değişmeyen tek şeyin top olduğunu anlar ve o cismin “top” olduğu bağlantısını kurar. “Top” kelimesi ile cisim olan topun arasındaki bağlantı güçlenirken diğer bağlantılar yavaş bir şekilde zayıflar ve kaybolur. Bu örnek sadece çok basit bir sürecin kompleks dil öğrenimi üzerine nasıl bir etkisi olduğunu gösterir.
Çeviri: Cerrahpaşa Nörobilim Kulübü’nden Mustafa Mert Atilla
Yazı ilk olarak 28 Mart 2018 tarihinde Knowing Neurons sitesinde İngilizce olarak yayınlanmış olup NöroBlog’un Knowing Neurons ile gerçekleştirdiği işbirliği ile Türkçe diline çevrilmiş ve yayınlanmıştır.
noroblog.net (Rf)